8 Mayıs 2011 Pazar

YAZAMAMAK...

Söylenecek sözlerin tükenmişliği içinde yalınayak bir kız çocuğu gibi duruyorum. Üşütüyor beni bu sessizlik. Çıplak ayaklarımı sıcak çamurlara sokmak istiyorum. Tamamen çamura bulanmak hatta...
İyice kirlenirsem, iyice temizlenebilirim sanki. Hem koşsam şapır şupur sesler çıkarır çamurun içinde ayaklarım. Belki yeni sözler bulurum tüketecek. Yoksa bu sessizlik fena. Ayaklarım da hep üşüyor.
Önceleri sözler havada uçar, ben de elimi uzatır yakalardım. Şimdiyse kaçıyorlar benden. Onları nasıl, ne zaman küstürdüm, anımsayamıyorum. Nasıl tükendiler? Halbuki ne çoktular…
Hayretler içindeyim, ayaklarım da hiç ısınmıyor üstelik. Çamurlu hayretlere düşen yalınayak kız çocuğunun dönmesini bekliyorum. Belki cebinde yeni sözlerle döner, sevindirir beni.
Küçükken hep sevinçliymişiz gibi geliyor, oysa ki ben hatırladım, küçüklüğün üzüntüsü de sevinci kadar büyük oluyor. Zaten insan küçük olunca her şey ona büyük geliyor. Seneye de giyilsin diye büyük alınan giysileri gibi…Büyük sevinçler, büyük üzüntüler; seneye de sevinelim, seneye de üzülelim diye mi büyükler?
Ceplerim doluydu eskiden; erik, bilye, lastik, şeker…Sanırım sözleri de dolduruyordum cebime. Hiç anımsamıyorum sözsüz kaldığımı. Sonra kim bilir ne zaman tükendiler. En çok sıkıldığım işte bu; kendi sorularım.
Buldum işte sözlerin yerini. Hepsini kendime sorular sormak için kullanmadayım. Ve ne yazıktır ki cevaplamaya tek bir söz bırakmamadayım. Hey gidi hey, daha çok üşür ayaklarım…

2 yorum: