4 Eylül 2011 Pazar

İkizler-Alya&Mina


Birbirimize benzediğimizi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Evet haklısınız aramızda sarsılmaz bir bağ var ve şimdiden içimizde bu bağa güvenle yaslanan ve daima yaslanabileceğini bilen bir parça. Neyse ki var…Sizin için hayat daha zor olmalı.
Bizim içimizde yalnızlık hissi olmaz pek. Hep iki kişi gibi otururuz bedenlerimizin içinde. Bir parçanız eksik gibi gelirmiş ya size, bize pek uğramıyor böyle duygular.
Kıskandırmak mı? Haşa. Sadece anlayın istiyoruz;birbirimize benzemek değildir bizim asıl halimiz. Hatta kendi öz benliklerimizi ortaya koyamamak üzer bizi, biliniz. Dikkatle bakın bize sadece, tanımanız bile gerekmez, benzer bulduğunuz yüzlerimize, bedenlerimize değil, daha içerilere bir bakın önce. Görmeye çalışın farkları, aslında o kadar da çoklar ki…
Birimizin bakışları meydan okumuyor mu hayata? Tüm detayları yakalayan, her an atılmaya hazır o ruh işlemiyor mu içinize? Belki biraz hoyrat bile görünmüştür size. Yok o kadarına da aldanmayın, içinde saklamaya çalıştığı yumuşak bir tarafı var aslında, savunmasız kalmaktan hiç bir zaman hoşlanmayan…
Ve diğerimiz…Belki biraz düşünceli görünüyor olabilir, bu coşkusuz olduğunu düşündürmesin size. Gerçek arzularına ulaştığında çok tutkulu olabilir. Sadece o ateşi yakana dek yavaş ve emin adımlar daha ona göre…
İşte böyle, baktıkça görebilir, gördükçe anlayabilirsiniz bizi. Uzun uzun bakın, alışkanlıklardan uzak, acelesizce.
Ne de olsa bizi tanıyabileceğiniz, henüz yürünmemiş uzun ve güzel bir yol var önümüzde…

12 Ağustos 2011 Cuma

YAŞAMAK

Not: Bu yazının aşağıdaki linkteki müzikle beraber okunması tavsiye olunur
http://youtu.be/wCTW_IfZzTE

Yazacak birşeyimin olması için yaşamam lazım önce. Yazarlık atolyesindeki hocamıza sorarsanız öyle değil gerçi; okumak yazmak için yeterli, illa yaşamaya gerek yok diyor. Şu ara kendimi yaşamaktan, daha doğrusu "yaşar" olmaktan çok uzak buluyorum. Sanki yaşam bana ulaşınca çatallanıp iki yanımdan akıp giden bir nehir gibi...Aslında bunu sık sık hissettiğimi fark ettim. Bir şekilde içine girmiyorum şu oyunun. İzlemek daha mı güvenli geliyor acaba? Bundan mı hep seyirci kalışım.

İnsan uzun süre oyuna girmeyince de tekrardan girmesi biraz zor oluyor. Halbuki hatırlamak lazım, oyunun her an yeniden kurulduğunu, her saniye birilerinin girip, birilerininse yok olduğunu. Yok olmak da ne demekse...

Sanırım birşeyler yapacağım. Evet hatta kesinlikle yapacağım.
İnanmazsınız, yaptım bile:)

8 Mayıs 2011 Pazar

YAZAMAMAK...

Söylenecek sözlerin tükenmişliği içinde yalınayak bir kız çocuğu gibi duruyorum. Üşütüyor beni bu sessizlik. Çıplak ayaklarımı sıcak çamurlara sokmak istiyorum. Tamamen çamura bulanmak hatta...
İyice kirlenirsem, iyice temizlenebilirim sanki. Hem koşsam şapır şupur sesler çıkarır çamurun içinde ayaklarım. Belki yeni sözler bulurum tüketecek. Yoksa bu sessizlik fena. Ayaklarım da hep üşüyor.
Önceleri sözler havada uçar, ben de elimi uzatır yakalardım. Şimdiyse kaçıyorlar benden. Onları nasıl, ne zaman küstürdüm, anımsayamıyorum. Nasıl tükendiler? Halbuki ne çoktular…
Hayretler içindeyim, ayaklarım da hiç ısınmıyor üstelik. Çamurlu hayretlere düşen yalınayak kız çocuğunun dönmesini bekliyorum. Belki cebinde yeni sözlerle döner, sevindirir beni.
Küçükken hep sevinçliymişiz gibi geliyor, oysa ki ben hatırladım, küçüklüğün üzüntüsü de sevinci kadar büyük oluyor. Zaten insan küçük olunca her şey ona büyük geliyor. Seneye de giyilsin diye büyük alınan giysileri gibi…Büyük sevinçler, büyük üzüntüler; seneye de sevinelim, seneye de üzülelim diye mi büyükler?
Ceplerim doluydu eskiden; erik, bilye, lastik, şeker…Sanırım sözleri de dolduruyordum cebime. Hiç anımsamıyorum sözsüz kaldığımı. Sonra kim bilir ne zaman tükendiler. En çok sıkıldığım işte bu; kendi sorularım.
Buldum işte sözlerin yerini. Hepsini kendime sorular sormak için kullanmadayım. Ve ne yazıktır ki cevaplamaya tek bir söz bırakmamadayım. Hey gidi hey, daha çok üşür ayaklarım…

22 Şubat 2011 Salı

Sevgili Teyzeme..."MAVİ SAÇLI KIZ"


Mavi saçlı kız benim adım. Ama gözlerim mavi değil, yeşil. Dikkatle bakarsanız görebilirsiniz.

Kolay olmadı hayatım, daha küçücükken büyümek zorunda kaldım ben. Mavi, gür saçlarımı örer, yapılması gerekenlere girişirken rüyalarımı gömerdim.

Hiç söylenmedim, çok az şikayet ettim. Sakinliğimin içinde fırtınalar kopardı oysaki… Okusam iyi bir hekim olurdum mesela, evet olurdum biliyorum. Çalışmayı severim ben, insanları iyi etmeyi, sabırlıyımdır da… Hayatın durağanlığı içinde ben de duruldum, bilmem belki de hep duruydum. Ama hala çarpar yüreğim bir yenilik gördüğünde, çillerim kıpraşır yüzümde dudaklarım kibarca gülümserken…

Kimse tam değemez bana, uzak durmaya çalıştığımdan değil, benim halim böyledir. Zaten ben bile değemem bazen içimden geçenlere…

Anneyim ben, eşim, teyzeyim, anneanneyim, halayım, kardeşim, ablayım ama hala o mavi saçlı kızım ben aslında. Ama gözlerim mavi değil, yeşil. Dikkatle bakarsanız hala parladıklarını görebilirsiniz.

25 Ocak 2011 Salı

Gecenin Öteki Yüzü

YAŞAYARAK OKUMA PROJESİ


Geçenlerde aklıma düştü bu fikir...Günlerdir de zihnimi ara ara meşgul ediyor. Firuzan'ın "Gecenin Öteki Yüzü" nü okuyordum, o kadar çok girdim ki hikayenin içine (geçmişte bu hikayeyi dizi olarak TRT de izlemiş olmanın verdiği bir yakınlık da olsa gerek) daha da fazla içine girme ihtiyacı duydum. Hangi semtte ise hikayedeki ev, ona yakın bir banka oturup okumak, çay içtikleri pastanede çayımı yudumlarken sayfaları çevirmek...Müthiş bir istek belirdi içimde, sanki hikayeye mekansal olarak yaklaşsam kahramanları köşeden dönüp yavaş yavaş gelecek yanıma. Dialogları hemen yanımda duyacağım okurken...

Sanırım iyi yazarların hikayelerinde oluyor bu daha çok, insanı öyle bir içine çekiyor ki hikaye; aradaki gerçeklik, zaman ve mekan farkı, tamamen yok olsun istiyorsunuz.

İşte böyle doğdu fikir.

Diyorum ki şimdi tüm kitap severlere; haftada bir, ayda bir her ne zaman istersek herkesin okuduğu ve beğendiği bir hikaye seçelim. Hikayenin geçtiği mekanlarda beraberce okumalar yapalım. Aralarda konuşalım, tartışalım, hayal edelim...En güzeli de, kahramanlara ve o kahramanları yaratanlara yakından bir selam edelim.

Ne dersiniz?

13 Ekim 2010 Çarşamba

SONRALARI ÖĞRENDİM

7-8 yaşlarındayken müthiş bir coşkuyla sabahın köründe uyandırdım cumartesi-pazarlar. TRT'de masalların canlandırması vardı çünkü. Ev halkı uyanmasın diye kapıyı kapardım. Aklıma gelmezdi başka başka kanallar. Sonraları öğrendim...

9-10 yaşlarındayken çok okul-çok şehir-çok ev değiştirdim. Aklıma gelmezdi daha çok ev, çok şehir değiştireceğim. Sonraları öğrendim...

12-13 yaşlarında kitaplara sardım. Ömrüm kitap okuyarak geçecek sanırdım. Aklıma gelmezdi aylarca bir kitap kapağını aralamayacağım. Sonraları öğrendim...

14-15 yaşlarındayken, soğuk kış akşamları koltuğa uzanıp Yeni Türkü dinlerdim. "Geçse de yolumuz bozkırlardan, denizlere çıkar sokaklar" dendiğinde ben denizi sadece o çok sevdiğim mavilik olarak düşlerdim. Aklıma gelmezdi başka Deniz'ler.Sonraları öğrendim...

16-17 yaşlarında yazmaya sardım. Yazarak kazanacağım sanırdım. Bir süre de kazandım. Ama aklıma gelmezdi gün gelip aylarca-yıllarca yazmayacağım. Sonraları öğrendim...

18-19 yaşlarında hayat omuzlarıma birden çöktü. Bir daha da omzumdan gitmez sanırdım. Aklıma gelmezdi, geldiği gibi gideceği.Sonraları öğrendim...

20'li yaşlarda hep 20'lerimde kalıcam sanırdım, aklıma gelmezdi bir anda 30 olacağım. Sonraları öğrendim.

30'lu yaşlarda hala çelişkilerim, hala çatışmalarım, hala zayıflıklarım, hala kendimle savaşım var. Öğrenecek şey bitmiyor, hayat çok tasa etmeye gelmiyor; inşallah çok sonra olmadan bunu da öğreneceğim...