26 Ekim 2009 Pazartesi

Düşeyazdım...

Bugün cidden bunaldım bu şehirden...

Trafik, kalabalık ve karmaşa, rüzgarla daha da sersemletici oldu. Doğa çekti yine canım, sessizliği ve boş sokakları özledi adımlarım, hızlı hızlı yürürken taşların arasında...

Bir Safranbolu evinde düşledim kendimi, sessiz, sakin bir "küçük şehir" akşamında...Ahşap merdivenleri gıcırdayan evin ikinci katında, sobanın sıcağında, kitabım kucağımda; Buğulu pencerenin ardında titreyen sokak lambaları, belki biraz da kar hatta...

Sait Faik veya Sabahattin Ali iyi gider dedim böyle bir akşama, sevmem çayı ama onu bile demleyip koydum sobama...Zaman dururken düşlediğim bu sıcacık odada, akıp gider anlamsız hayat pencerenin ardında..

Ve düşümdeki ben, sükunet dolu bir huzurdan, huzur dolu bir sükunete yol almakta.
Ve ben, sersem edici bir rüzgarla sadece düşeyazmakta...

18 Ekim 2009 Pazar

ANKARA' NIN SİSLİ AKŞAMLARI...

Ankara’da kış akşamları sisle beraber iner. Ağır ağır inen sisli akşamın içinde, soğuk bile eve
gitmeyi telaşa dönüştürmez. Günden kalan memuriyet sakinliği caddeleri arşınlar. Bildik yüzler bildik yüzlere selam verir ara sıra. Daireden eski bir dosta rastlanırsa durulup iki kelam edilir, hatır sorulur, eve oturmaya da beklenir illa.

İşte Tahir Bey her akşam Ankara’nın sokaklarını sakin sakin arşınlayan bu memur kalabalıktan sadece “biri”dir. Kendine “biri” demeyi pek sever, O’na sorsanız sevmekten öte “uygundur” der. Tahir Bey’in kafası karışıktır çoğunluk. Hem sadece “biri” olmak ister, hem de “biri” olmaktan kaçınır. Sessiz, sakin, kimseye zararı dokunmayan bir zattır. Adalet duygusundandır kendini herhangi birinden ayırmak istemeyişi, içindeki fırtınadandır aslında önemli biri olmak isteyişi…

Behiye Hanım Tahir Bey’in eşi. Yıllar yılı böyle tanıtıldı lokalde. Çok da sık gitmezler aslında. Behiye Hanım bir kuş yuvası yapmıştır kendine, dışarısı zor gelir çokça. Bazen içi çok darlandığında “hadi bey bir hava alalım” dese de dönüşte eve varana dek içi içini yer. Kendine kızar durur, ne olur biraz dışarıda durabilse? Hareketli kadındır aslında, dışarıdan bakınca ele avuca sığmaz, hatta “ömür kadınsın” derler de en çok ona güler yarı hüzünlü. Pek ömür kadın değildir vesselam. Kızlığında başına bir halsizlik, hayata karşı dargınlık geldiğinden beri garip bir hal içindedir. Öyle hasta gibi değil ama zaman zaman neşesi kaçar, bir korkuya kapılır neyden korktuğunu bilmez, bir isteksizlik Ankara’nın sisli akşamları gibi öylece çöker içine…

Velhasıl Tahir Bey ve Behiye Hanım böylece yaşar dururlar. Bazı günler Tahir Bey daireden arkadaşlarıyla meyhaneye gider. Behiye Hanım böyle akşamlarda alt komşusu Fidan’a iner, sever onun dünyadan habersiz halini. Hep tek derdi basenleri olan bu kadın, şen kahkahasıyla Behiye’nin içine su serper. Çay demler muhakkak, televizyon karşısında meyveleri tombul ve her daim yumuşak elleriyle özenle soyar, Behiye’ye verir. Fidan’ın kocası kaptan olduğundan eve seyrek gelir. Geldiğinde muhakkak ailecek görüşülür. Tahir bey uzak diyarlardan gelen bu adamın hikayelerini dinlemeye bayılır. Bu hikayelere kulak verirken içinde kıpırdanmaya başlayan “uzaklar çağrısı” nı çokça duymamaya çalışır. Çok canına tak ederse ertesi günü Behiye’yi zoraki erkenden kaldırır Beypazarına götürür. Başta sıcak evinden çıkmak istemeyen Behiye de uzaklara gittikçe yüzüne bir gülümseme yayılır. Öğlenleyin muhakkak Taşfırında peynirli pide yenilir. Behiye hiç doymaz, üstüne bir tane de kıymalı söylenir. Yemeğin üstüne köşebaşındaki kahvede sobanın yanına ilişip de içilen çayın keyfi hiçbir şeyde yoktur. Aslında ne komiktir ki ne Behiye ne de Tahir düşkün değildir çaya. Ama niyeyse beypazarına gelinince sorgusuz bir yemin gibi demli çaylar söylenir.

Garip bir çifttir aslında;kimi zaman hiç konuşmaz, ikisi de kendi dünyasında, kimi zaman da bir tuttururlar dünya meselelerini, laf lafı açar da saatin farkına varılmaz. Böyle tutturmuşlardır yollarını. Pek de şikayet etmezler. Bazı gün Tahir bey eve erken geldiğinde Behiye Hanımı yine loş salonda televizyonun karşısında uyur bulur da pek üzülür, belli etmez. Hemen bir güzel sofra hazırlayıp karısını uyandırır. Canı hiçbir şey yapmak çekmeyen Behiye sofrayı, yemeği, turşuyu ve Tahir Bey’in emeğini görünce sarsılır, kendine gelir. Sofraya oturduklarında hiçbir şeyi kalmamıştır. Tahir Bey hanımını pek iyi tanıdığından ona nasıl yaklaşacağını bilir, üstüne gitmez ama haline için için üzüldüğünden kendince usüller icat eder. En sevdiği icadı da ya bu sofra işi, ya da bir oyun uydurup Behiye’nin uykusunu açıp üreterek tekrar yaşamasını sağlamaktır.

İşte Tahir Bey’in oyunlarından biri Behiye ‘ye geçmişte bu hikayeyi yazdırmış ama nedendir bilinmez altına imzayı “Gamze” diye attırmıştır…

Gamze Mengi 02/08

15 Ekim 2009 Perşembe

Hep deniz, illa ki deniz...

KOKULAR


Sabahla beraber içeri dolan deniz kokusuyla uyandım. Bir süre yatakta öylece uzandıktan sonra kalkıp ılık bir duş aldım. Odada temizliğin kokusu denizin kokusuna karıştı.

Islak saçlarımı güneşle kuruttuktan sonra ekmeğime reçel sürüp küçük balkonumda sardunyalara dala dala karnımı doyurdum. Yapacaklarımı listelemedim kafamda, hatta her şeyi dondurdum. Yasemin kokusuna geçiş izni verdim sadece. Rüzgarla dans eden bu kokuyla bir coştum bir duruldum.

Sandaletlerimi ayağıma geçirirken derinin kokusunu aldım, bu deriyi sabırla işleyeni düşündüm. Hasır sepetime biraz erik biraz da çilek koydum. Çileğin kokusu burnuma gelince eriğin kokmayışına biraz bozuldum.

Beyaz taş yolda uçuşa uçuşa yürürken halim o kadar hoşuma gitti ki, kocaman bir gülümseyişi aldım yüzüme oturttum. Şapkam rüzgardan uçtu, bir kelebek gibi peşinden koştum.

Sahile vardım, kuma bastım, denize baktım.

Çakıl taşlarını benden önce toplamıştı sayısız hikaye kahramanı, ben de kumdan kalelere imzamı attım. Denizin kokusu, yağmurun kokusuyla beraber geldi.

Çiseleyen yağmur taneleri kumdaki imzamı silerken beni yeniden var etti...

8 Ekim 2009 Perşembe

ezberlerimi bozuyorum

Şu ara kendimi hayretler içinde seyredaldım. Eleştiriyi, sorguyu, yargıyı bir kenara bıraktım. Gerçek bir merakla izliyorum. Hiç tanımadığım bir ben varmış benden içeri...Asla tahmin edemeyeceğim hamleleri, daha öncekilere hiç uymayan garip düşünceleri ile bu "ben" beni fena afalattı...

Ezberlerimi boza boza yürüyorum taşlı yollarda, her geçen gün biraz daha ve biraz daha..

En sevdiğim şeyken yalnız olmak mesela, O zorla aratıyor birilerini bana.

Kitapların içine de dalamaz oldum, kendi içime dalamadığım gibi; sürekli yeni bir şey yapmak istiyor bu can, iç huzurumun yerini aldı bir tuhaf heyecan...

Gece uykusu yok, gündüzler hep "leyla" ...Çok düşünmek yok, odaklanmak mı "asla"

Ve ben, ezberlerimi boza boza yürüyorum taşlı yollarda...