24 Haziran 2009 Çarşamba

sahil kasabası

Zamanın yavaş aktığı bir sahil kasabasındayım...Kafamın içinde pusuya yatmış olan tüm sesler kasabanın sessizliğinden yararlanarak saldırıya geçtiler. "Huzur" ne demek idi? Bir roman ismi ,evet olsa olsa bu kadar...Öğrendiğimizi sandıklarımızı pratiğe aktarmak ne zor imiş. Bu kasabadan ya yitik bir ruh olarak çıkacağım ya da bitik bir ruh olarak...Yok yok o kadar da değil, belki de baş etmeyi başarıyorum yavaş yavaş..."Arayış" a taktım şu ara, nerede başlar, nerede biter, neden başlar, neden başlamaz...Ahh bir usta olaydı hemen yanıbaşımda her sorumu yanıtlayan. Veya daha iyisi ah bir usta olaydım...

19 Haziran 2009 Cuma

Sonsuzluk ve bir gün...

-Yarın ne kadar sürer?
-Sonsuzluk ve bir gün kadar...

İşte çok güzel bir filmden çook güzel bir replik...Durup dururken aklıma konuverdi.
Eskiden "yazın sinemaya gidilmez" diye bir inanış vardı. Sanki sinema kışın ısınmak için gidilen bir yermiş gibi...Veya şu lafa da gülerim ben ; "bu güzel havada sinemaya mı gidiceez" yahu sinema ancak yapılacak hiçbişi olmadığında yapılması gereken birşey mi ki? Belki ben anlamıyorumdur ama hayatta benim oturmayı en sevdiğim koltuktur sinema koltuğu, oturur kemerini bağlar ve asla yapamayacağın bir şey yaparsın. Seni başka dünyalara, başka hayatlara, başka zamanlara uçurur. Ama kimisi için de sobadan, odundan, klimadan farkı olmayan bir ısınma aracı sanırım:)

Şimdi birden oturmayı en sevmediğim koltukları düşündüm de ; dişçi koltuğunu seviyorum artık bir sorun yok, bankada sıra bekleme koltuğu, belediyelerdeki koltuklar...Başka da gelmedi aklıma ama kesin vardır aslında...

Ersin Uykusuzda yeni köşeye başlamış "sevgili günlük" diye. Sanırım metamorfoz falan geçiriyor kendisi...Köşesini okurken gözümün önüne gömlek değiştiren kurbağa geldi (kurbağalardı di mi gömlek değiştirenler) ...

Şimciiiiik , bir hareket başlatılmış ve yeni haberim oldu benim de, ismi "faili meçhul kıyak hareketi" belki biliyorsunuzdur siz...Birilerine karşılıksız iyilik yapıyorsunuz ve FMK kartı bırakıyorsunuz ki o da bir başkasına yapsın. Bence super super superella bir fikir, bayıldım:) Ben hemen harekete katılacağım, hepimiz katılalım, her birimizin dünyayı değiştirme gücü var, azımsamayalım. Olleyyyy:))

17 Haziran 2009 Çarşamba

Game'den notlar...Faydalı ve faydasız bilgiler

Şu bir hafta ortaya koydu ki oyunu bu haliyle oynarken tıkanıyoruz. Demek ki başka bir şekilde oynamaya ihtiyacımız var. Sizler de fikir verebilirsiniz...Ayrıca pilot oyunu yavaş yavaş götürürken bir başka farklı oyun daha başlatabiliriz bugün. Bloğu kurarken her gün bir oyun başlatacağım demiştim. Bu çok anlamlı bir öngörü olmamış. Oyunun içeriğine bağlı olarak değişiyor demek ki bu süreler. Mesela ilk oyun en az bir hafta sürecek bir oyunmuş. Kendini gösterdi...

Ayrıca da blokta sadece oyun oynayınca ben yazı yazma idealimi gerçekleştirmemiş olacağımdan arada sırada laf atmaya karar verdim.

Benden haberler: Yaşama Sanatı Part 1 kursunu asiste edip tekrarladım geçtiğimiz günlerde. Her insan ne büyük mucize yahu...Bazen insanın ağlayası gibi birşey geliyor. Size de oluyor mu acep? Ersin Karabulut arkadaşımızın Uykusuzdaki köşesine ara vermesi sebebiyle kendimi aşure mevsimi geçtikten sonra boşluğa düşen ev hanımı gibi hissettim. Ersin inşallah geri dönersin, geri dön ersin :)

Bunun dışında işlerim yaz rehaveti içinde olduğundan hayattaki varlığı sorgulamanın doruklarındayım. İçimde bir maceraperestlik, bir gizemcilik, bir neşe, bir karamsarlık dolanıp duruyor. "Ben" lerim arasından gerçek benimi bulmaya çalışıyorum. Dalmaçyalının üzerindeki deseni analiz etmeye çalışması ve en büyük yuvarlağı bulmak için çırpınması gibi ben de kuyruk üstünden kendime bakıp durmaktayım.

Dün gece uzun konuşmalar, düşünmeler ve analizler ardından bazı sonuçlara vardık. Mesela kendimi sıradan biri olarak kabul etmek ile ilgili bir hedefim var bu hafta. Hep "ben çok acayip bişi yapacağım, bir hareket başlatıp dünyayı değiştircem" sevdasında olan ben gayet de sıradan olan "ben"i kabul edip sevme yolunda adımlar atacak....

Başka başkaa....Hareket atolyesinin vücudumdaki izleri yavaş yavaş siliniyor. Vücudu izlemek de muazzam birşey. Yaranın kabuk tutması, sonra da düşmesi...Çocukluğumdan beri bu kadar kabuğum ve morluğum olmamıştı, kendimi muhteşem hissettim. Çocukken ki kadar canlı, yaşar ve hayatın içinde, korkusuz ve hesapsızca yihuuuuuuuuuuuu! Teşekkürler Mehmet Sander:)

Vücudu gözlemek ile ilgili bir kaç not...Dün gece Türkiye'ye çok önemli bir Art of Living hocası geldi. Hatta ben de Part2 kursunu Almanya'da kendisinden almış idim. Bir duyguya bakmak zor olduğu için kimi zaman o duygunun vücudunda nerede oturduğuna bak, sadece gözlemle diye tavsiye etti...Denemek isteyenlere duyurulur...Şimdi Part2 yolcuları bugün Ağva'ya harekete geçip günlerce sessiz kalacaklar.

Sessiz kalmanın ne muhteşem birşey olduğunu 30 yaşımda keşfetmiş olmaktan ötürü üzgünüm doğrusu...Bence her insan en azından her sene 3 gün sessiz durmalı....

Bir de ANadolu yakası sahil şeridi var...Her ne kadar bu sabah yürümemiş olsam da, gerçekten güzel oluyor. Akşamları da ayrı güzel. kendinizi sayfiye yerinde gibi hissedebilirsiniz. Yalnız yürümekten sıkılıyorum diyenler de denizin tüm yürüyüş boyunca mırıl mırıl konuşarak kendilerine eşlik ettiğini hayal edebilirler. Yalnız değiliz ki zaten, hep zihin konuştuğu için iki kişi gibiyiz, bir de deniz sesi, kuş sesi, insan sesi var çevrede...En güzeli de zihni mümkün olduğunca susturup diğer seslere kulak vermek oluyor....

Ay suyunu çıkardım bloğun:) Bugünlük bu kadar yeter...Bunu saymam, yine beklerim, yatıya da gelin haaa:)

8 Haziran 2009 Pazartesi

Oynuyor muyuz oynamıyor muyuz...

Hiç de kitlem yokmuş yani...Ben böyle oyun başlatıyorum deyince kapıda kuyruk falan olacak sandımdı. İnsanoğlunun klasik kendini çok bişi sanma hali malum...
Belki daha insani saatlerde başlatmam gerekirdi oyunu ama bugün gerçekten zamanım olmadı (bir diğer klasik; bahane bulma) ...

Herneyse ben başlatıyorum, isteyen gelir oynar, hiç de peşinizde koşamam valla. Zaten her yerim ağrıyor...Dün hareket atolyesine gittik. Düştük, kalktık, uçtuk, süründük...Dayak yemiş gibiyim bugün. Ama tavsiye ederim gidin, deneyimleyin. Gücünüzün farkına varın.

Gelelim oyunumuza...Efendim oyundan çok çok fazla bahsetmek istemiyorum. Sebebi de oyunu tüm detaylarıyla planlarsam oyunun kendine alan bırakmamış olacağım. Biraz kendi yolunu bulsun, ben aracı olayım, beni de şaşırtsın arzum...

Mütevazi bloğumun az sayıda izleyicisi olduğunu düşünerek oyunu basit bir formatta başlatacağım. Zaman içinde katılıma bağlı olarak değiştiririz.

Evet...Oyunumuzun ilk adımı 3 karakter yaratmak. Oynayacak 3 kişinin kendine birer karakter yaratması gerek ancak bir detay var; kendinizi veya kendinize benzer özelliklerde birini yaratmayın. Hatta hiç sizin gibi olmayan biri olsun. Kendinize olabildiğince zıt birini, anlamakta/anlayış göstermekte zorlanacağınız birini hayal edin. Her yaştan, her cinsten, her ırktan olabilir. Yeter ki siz ve size benzer olmasın.

İlk karakteri ben yaratıyorum;

MUSTAFA Y.
Adım Mustafa, çay ocağında çalışırım.42 yaşındayım. Evliyim, 3 de çocuk var. 2 oğlan ,beriki de kız. Erzincanlıyız. Bir umut geldikti İstanbul'a seneler evvel, herşey nasip kısmet...hayat da zor be, ama geçinip gidiyoruz işte nicedir. Bizim çay ocağı Eminönünde.Sabah çok erken ben açarım, ustam sonradan gelir. Sağolsun güvenir bana, memleketlimiz zati...Hanım gündeliğe gider 2 senedir. Yetmiyor tek maaş malum. Bazen turistler de gelir oturur kadınlı erkekli, birşey demeyiz ecnebi ne de olsa dilleri başka, adetleri başka...Geçen bir hanım abla geldi oturdu...Az Türkçe'de bilirmiş pek hoşumuza gitti, adını da dediydi de unuttum neydi yahu...

Game'nin Notu: Evet tam da düşündüğüm gibi oyun kendini oluşturuyor. Demek ki karakter yaratan bir diğer karakterin oluşumu için pas verecek. Yukarıda gördüğünüz üzere bir diğer karakterimiz turist kadın XXXXXX. Bu karakteri kim yatarmak istiyorsa buyursun, hikayeyi devralsın.Ve bir diğer oyuncuya pas vermeyi de unutmasın:)

5 Haziran 2009 Cuma

öylesine...

eski yazılarımdan biri...Hoşuma gidiyor bu yazı, koyayım buraya dedim...

TAŞ, DENİZ, YÜZ, BEN, BİZ...
Fenerin altında durmuş denize bakıyordu görmeden. Sonra görmediği denize atmak için -belki- onu görünür kılmak için bir taş aldı eline. Gördüğü taşı, görmediği denize attı; Deniz görünür, taş görünmez oldu bu kez. Görünür denize yaklaştı sonra-belki- kendini görünür kılmak için. Görmediği yüzünü, gördüğü denizde buldu;deniz görünmez, yüzü görünür oldu şimdi. Bir dalga yüzünü alıp götürdü…Çok uzaklarda bir çocuğun oltasına, hiç görmediği bir adamın yüzü takıldı.Çocuk "yüz" ü alıp duvarına astı. Duvardaki "yüz" e her bakan kendini gördü; Taş;deniz oldu, deniz; yüz oldu ve "yüz" görünmez oldu.Taş, deniz, yüz, ben,biz "bir"olduk.

yine uykusuz ve yine martılar

Saat geceyarısı 3'ü geçti...Bana bu uykusuzluk hasıl olalı beri martılarla pek haşır neşirim. Bunlar gündüz de bu acayip sesleri çıkarıyor da günün sesleri içinde biz mi duymuyoruz acaba...

Fonda Erol Evgin ; "işte o an bir fırtına kopar, sanki o an yer yerinden oynar...." şarkısı var...Dün sabaha karşı 5 te yatan bir uykusuz olarak şimdi çok uykulu olmam gerekirdi ama pek de uykum yok. Şarabın dibini gecenin karanlığına karşı kafaya diktim, müzik ne ala birşey diye düşündüm. Bu saatte ne az evde ışık var, oysaki yarın tatil..keşke hemen yatmasalardı...Kiminle oynayacağım ben:(

Hoşgeldiniz, sefalar getirdiniz...

Aman efendim aman kimler gelmişler, geçin geçin içeri ayakta kalmayın öyle...

Tanıyanlar bilir az buçuk deliyimdir, tanımayanlar da artık tahmin edebilir...Bu Gonca hanım aklıma girdi "bir blog yapsana, hem eşi dostu ağırlayacak yerimiz olur, hem de elin mecbur yazarsın" diye...Ay olur mu olmaz mı derken gecekondu kıvamında bir blog dikivermişim dün akşam. Yeni oyuncak gibi oynayıp duruyorum...Zaten oyun oynamak için kurdum.

Burada her gün bir oyun başlatacağım. İlk oyun pazartesi...Bugün biraz kuralları ve genel çerçeveyi kurmak istiyorum. Oyun derken öyle bildiğiniz, umduğunuz gibi değil tabii...Oyunu oynarken tam olarak şöyle hissetmeliyiz;

- Hepimiz oyuncuyuz
- Oyunu her an, hep beraber inşa ediyoruz
- Kazanmak kaybetmek olmayabilir. Hatta bazen kaybetmek kazanç, kazanmak da kayıp olabilir...
- Kuralsız olabilir veya kurallar sürekli değişebilir
- Bazen oyunun içinde kaybomuş hissedebiliriz
- Bazen oyun bizi zorlayabilir
- Oyundan çıkmak isteyenler olabilir, diğerleri kişiyi kalması için ikna edebilir, bazen ise diğerleri birini oyun dışı bırakabilir

Şimdilik bu kadar bilgi veriyorum...Bugün kahvelerimizi içip hoş beş edelim, pazartesiye de biraz merak kalsın:)

Oyun Başlıyor!

Dün blogta kendi kendime dolanıp durdum ama bugün artık misafir çağırmaya karar verdim. Tek başıma oynamak da bir yere kadar...Hep beraber oynamak daha eğlenceli olacak. Biraz sonra eşi dostu, konu komşuyu bloğuma sabah kahvesine çağıracağım...Ohhh bol köpüklü bir Türk kahvesi blog mutfağında güzelce yapıla, sonra da ikram edile...

Kahvemizi içerken de ne yapsak ne etsek diye konuşuruz...Kafamda bu blogta yapmak istediklerime dair uçuş uçuş bir şeyler var. Ama sabırlı olup yavaş yavaş yumurtlayacağım...

4 Haziran 2009 Perşembe

Hala uyuyamadım...

Hiç ama hiç uykum gelmiyor ama artık yatmalıyım ki sabah kalkabileyim. Yarın yani bugün oldu artık aslında, Gonca'nın yaşgünü, onun için bir takım atraksiyonlar düşünmek gerek. Mesela piyesler, rontlar olsun. Kekli, pastalı, börekli, şakalı, komikli yaşgünü...Biz de kendimizi eyliyoruz işte böyle n'apalım...Yarın ront yazayım ben o zaman, evet yazayım bence de...

Uyuyamadım...

Saat sabaha karşı 4 ve uykum gelmek bilmiyor. Bugün de "Uykusuz" günüydü aslında ama henüz okumadım. Umarım Uğur Gürsoy Fırat'ı yetiştirebilmiştir...Bir de bu dev martılar bu saatlerde ne tuhaf sesler çıkarıyor. Bu hayvaları da mı uyku tutmadı acep? Neyse ben yatıp uyumaya çalışayım en iyisi...

Fikrim geldi!

Yiğenim Melo aklına birşey gelince süper bir heyecanla "aa Game bi fikyim geldi" diyo. Ben de şimdi bu blogta sabah akşam oturup fikrimin gelmesini bekleyeceğim sanırsam...

Üç

Birşeyler bulurum elbet...

İki

Şimdi ne yapacağim?

Bir

Bir: Sadece karar verdim ve adım attım.