17 Haziran 2009 Çarşamba

Game'den notlar...Faydalı ve faydasız bilgiler

Şu bir hafta ortaya koydu ki oyunu bu haliyle oynarken tıkanıyoruz. Demek ki başka bir şekilde oynamaya ihtiyacımız var. Sizler de fikir verebilirsiniz...Ayrıca pilot oyunu yavaş yavaş götürürken bir başka farklı oyun daha başlatabiliriz bugün. Bloğu kurarken her gün bir oyun başlatacağım demiştim. Bu çok anlamlı bir öngörü olmamış. Oyunun içeriğine bağlı olarak değişiyor demek ki bu süreler. Mesela ilk oyun en az bir hafta sürecek bir oyunmuş. Kendini gösterdi...

Ayrıca da blokta sadece oyun oynayınca ben yazı yazma idealimi gerçekleştirmemiş olacağımdan arada sırada laf atmaya karar verdim.

Benden haberler: Yaşama Sanatı Part 1 kursunu asiste edip tekrarladım geçtiğimiz günlerde. Her insan ne büyük mucize yahu...Bazen insanın ağlayası gibi birşey geliyor. Size de oluyor mu acep? Ersin Karabulut arkadaşımızın Uykusuzdaki köşesine ara vermesi sebebiyle kendimi aşure mevsimi geçtikten sonra boşluğa düşen ev hanımı gibi hissettim. Ersin inşallah geri dönersin, geri dön ersin :)

Bunun dışında işlerim yaz rehaveti içinde olduğundan hayattaki varlığı sorgulamanın doruklarındayım. İçimde bir maceraperestlik, bir gizemcilik, bir neşe, bir karamsarlık dolanıp duruyor. "Ben" lerim arasından gerçek benimi bulmaya çalışıyorum. Dalmaçyalının üzerindeki deseni analiz etmeye çalışması ve en büyük yuvarlağı bulmak için çırpınması gibi ben de kuyruk üstünden kendime bakıp durmaktayım.

Dün gece uzun konuşmalar, düşünmeler ve analizler ardından bazı sonuçlara vardık. Mesela kendimi sıradan biri olarak kabul etmek ile ilgili bir hedefim var bu hafta. Hep "ben çok acayip bişi yapacağım, bir hareket başlatıp dünyayı değiştircem" sevdasında olan ben gayet de sıradan olan "ben"i kabul edip sevme yolunda adımlar atacak....

Başka başkaa....Hareket atolyesinin vücudumdaki izleri yavaş yavaş siliniyor. Vücudu izlemek de muazzam birşey. Yaranın kabuk tutması, sonra da düşmesi...Çocukluğumdan beri bu kadar kabuğum ve morluğum olmamıştı, kendimi muhteşem hissettim. Çocukken ki kadar canlı, yaşar ve hayatın içinde, korkusuz ve hesapsızca yihuuuuuuuuuuuu! Teşekkürler Mehmet Sander:)

Vücudu gözlemek ile ilgili bir kaç not...Dün gece Türkiye'ye çok önemli bir Art of Living hocası geldi. Hatta ben de Part2 kursunu Almanya'da kendisinden almış idim. Bir duyguya bakmak zor olduğu için kimi zaman o duygunun vücudunda nerede oturduğuna bak, sadece gözlemle diye tavsiye etti...Denemek isteyenlere duyurulur...Şimdi Part2 yolcuları bugün Ağva'ya harekete geçip günlerce sessiz kalacaklar.

Sessiz kalmanın ne muhteşem birşey olduğunu 30 yaşımda keşfetmiş olmaktan ötürü üzgünüm doğrusu...Bence her insan en azından her sene 3 gün sessiz durmalı....

Bir de ANadolu yakası sahil şeridi var...Her ne kadar bu sabah yürümemiş olsam da, gerçekten güzel oluyor. Akşamları da ayrı güzel. kendinizi sayfiye yerinde gibi hissedebilirsiniz. Yalnız yürümekten sıkılıyorum diyenler de denizin tüm yürüyüş boyunca mırıl mırıl konuşarak kendilerine eşlik ettiğini hayal edebilirler. Yalnız değiliz ki zaten, hep zihin konuştuğu için iki kişi gibiyiz, bir de deniz sesi, kuş sesi, insan sesi var çevrede...En güzeli de zihni mümkün olduğunca susturup diğer seslere kulak vermek oluyor....

Ay suyunu çıkardım bloğun:) Bugünlük bu kadar yeter...Bunu saymam, yine beklerim, yatıya da gelin haaa:)

4 yorum:

  1. dalmaçyalı benzetmene hasta oldum :))

    YanıtlaSil
  2. O anda kendimi tam da öyle hissettimdi:)

    YanıtlaSil
  3. paul auster'ın new york üçlemesi'ni okumaya çalışıyorum. dilsizlikle sessizlikle (yeni bir dil oluşturmakla) ilgili şeyler var ilk bölümde. çok etkileyici. geçen pazar sessiz kalmayı denedim. 20 küsuruncu dakikada konuştum gamze abla. benim de 30'uma gelmem gerekicek galiba :(

    yazdıklarını okumayı seviyorum :)

    YanıtlaSil
  4. Ben de seni seviyorum akıllı bıdık:)
    30'unu beklemen gerekmiyor aslında sadece içindeki seslere tahammül etmeye niyet etmen gerekiyor. Dışarda saçma sapan konuşan pek çok insanı istesek de istemesek de dinliyoruz değil mi? Ama kendi kafamızı dinlemekten sürekli kaçış halindeyiz. Ne zaman ki biraz tahammül etmeyi başarırsak o da (zihnimiz yani) bir süre sonra çılgınlar gibi konuşup başımızın etini yemek yerine aralara tadına doyulmaz, leziz virgüller koymaya başlıyor ki işte cennet o kelime aralarındaymış bence:)

    YanıtlaSil