26 Şubat 2010 Cuma

Fotoğraf Hikayeleri-1


Omuzlarında taşıdığı onca yüke rağmen dimdik, mağrur ve başı yukarda arşınlıyor sokağı. Dışarıdan bakanlar onun eskiden hali vakti yerinde bir İstanbul hanımefendisi olduğunu kolayca anlayabilirler. Kemikli yüzü çizgilerle desenlenmiş ve kederlenmiş olsa da iri ela gözleri bir zamanların güzelliğini fısıldıyor sessizce…

Babaannesi doğumunun ardından şöyle bir bakıp gözlerine “Neriman olsun ismi, öyle yiğit, kahraman bir hali var” dediğinde yazılmıştı belki de kaderi. Zira Neriman Hanım hep ismiyle yaşadı, hep ismini yaşattı ömründe…

Nişantaşı’nda Opera Apartımanı’ nın üçüncü katında oturdular uzun süre. Daha küçük bir kızken bile o kadar ağırbaşlı, o kadar olgundu ki, sonrasında sık sık “çocukluk nasıl bir şey” diye soracaktı küçüklere…
Babası o vakit İstanbul’ un tanınmış avukatlarından, annesi ise sessiz, sakin, görgülü bir İstanbul hanımefendisiydi. Neriman’ ın çocukluk ve ilk gençlik yılları büyük hezeyanlardan uzak tatlı bir rüzgar gibi esip geçti. Daha lise çağındayken endamına ve tavrına aldananlardan görücüler gelmeye başlamıştı bile. Babası “katiyen okuyacak” diyordu, Neriman’ ın da niyeti oydu zaten. Okuyup babası gibi “büyük adam” olmak.

Fakülteye başladığında yeni bir kelime anlam buldu zihninde; “aşk”. Esmer, çakı gibi bir delikanlıydı Fuat. Mühendislikte okuyor ancak zamanının çoğunu önderlik ettiği öğrenci grubu ile beraber “devrim” in peşinde, hayalinde geçiriyordu. Neriman’ın ağırlığına karşıt Fuat civa gibiydi; yerinde duramayan, ateşli, coşkulu, deli fişek bir genç adam. Zehir gibi zekası, sözünü esirgemezliğiyle birleşince kimilerinin çok sevdiği, kimilerinin de hiç sevmediği bir insan olmasına sebep olsa da, Fuat bildiğinden şaşmaz, düşman kazanmaktan da çekinmezdi.

Birbirine bu kadar zıt görünen bu iki karakter başlangıçta tahmin edileceği üzere hiç mi hiç anlaşamamış hatta birbirlerinden haz etmediklerini söylemekten de geri durmamışlardı. Doğru bildiğini çekinmeden söylemek ikisinin de ortak özelliği olduğundan “atışmaları” gitgide dozunu ve sıklığını artırmış ve o didişmelerden birinde Fuat Neriman’ ı dudaklarından öpüvermişti. Neriman kıpkırmızı kesilip tokadı yapıştırsa da, eve dönerken ayaklarının yavaş yavaş yerden kesildiğini, Teşvikiye’ deki yokuşu ilk kez hiç yorulmadan –uçarak- çıktığını fark edip afallayacaktı. Gözlerini her kapatışında o öpücüğü tekrar tekrar yaşamak, hatta tekrar yaşamak için sık sık gözlerini kapamak adeti olmuştu o günlerde.

Bir yandan öfkelenip içinden “ O kim oluyor da beni öpüyor, öyle hem de laf dalaşı ederken, aniden” dedikten sonra “ Yarabbim, tokat da attım, ya bir daha öpmezse ne ederim ben” diye geçiriyordu içinden. Annesi de durumu hafif hafif fark etmeye başlamış, “ Nerimancım pek bir mutlusun bu günlerde, hayırdır inşallah” derken manalı manalı bakmayı da ihmal etmemişti. Neriman bu lakırdılara kulak asmadan geçiştiriyor, her şeyi “baharın gelmesine” bağlayıp koşar adım evden çıkıveriyordu.

Yarı dövüşüp yarı seviştikleri tartışmaların konusu bir gün aşka geldiğinde ikisi de bu kelimeyi - aşkı- zihinlerinde değil kalplerinde anladılar. Aşk öylece karşılarında duruyordu…
Fuat “aşk” şiirini Neriman’ ın gözlerinin ta içine bakarak, aralarında hiçbir zaman, mekan, kişi kalmamacasına okudu. “İlk kez o gün birleştik biz” diyeceklerdi çok sonra birbirlerine…

Bundan sonra Neriman için mutluluğun da mutsuzluğun da sonuna kadar yaşandığı bir dönem başlıyordu. Fuat’ la kurdukları hayaller zaman zaman “devrim” le , zaman zaman da Neriman’ın evindeki “aristokrasi” ile bulutlansa da fonda hep kalp atışları ve mutluluk oldu bir süre... Ta ki işler daha da ciddiye binip “evlilik” lafları ortaya atılana dek.

Öyle yakıp kavuran, öyle şiddetli bir şey vardı ki aralarında; ayrı geçirdikleri her dakika zor gelir olmuştu. Pek ala hem evlilik hayatı, hem de fakülte beraber yürütülebilirdi. Neriman henüz birinci sınıftaydı ama yaşı daha büyük olan Fuat’ ın mezun olmasına sadece bir yıl kalmıştı. Sık sık hayal kuruyorlardı beraber. İstedikleri zaman, istedikleri kadar beraber olabilecekleri şirin mi şirin bir ev…”Çok kitap olacak” diyordu Fuat ellerini kocaman açıp, bembeyaz dişleriyle gülümserken. Akşamları sıcacık evlerinde, yağmur sesiyle oturacaklar, okudukları kitapları tartışacaklardı keyifle…
Neriman hayran olduğu bu genç adamı dinlerken içinde bir şeyler değişiyor, dönüşüyordu.

Ailelerle tanışma faslına gelene dek hayat, rüya ile gerçek arasında, o sarhoş edici güzel çizgide sürüp gitti. Neriman, ailesinin bu evliliğe başlangıçta tepki göstereceğini tahmin etse de bu durumun uzun sürmeyeceğini, Fuat’ ı tanıdıklarında onların da hayran olup bu işe “rıza” göstereceklerini düşünüyordu. Fuat ise gençliğin ve aşkın verdiği o coşkunlukla dünyada hiç bir şeyin karşısında duramayacağını sanıyordu.

Fakat umdukları gibi olmadı. Neriman’ ın ailesi özellikle de babası bu duruma şiddetle karşı çıktı. Neriman’ ın hala öğrenci olması değildi mesele, Fuat’ ın politik duruşu son derece aristokrat olan bu aileye hiç mi hiç yakıştırılamıyor hatta gençlerin böyle bir teklifle gelmesi “haddini aşmak” olarak nitelendiriliyordu. Anne durumu daha sükunetle karşılamaktaydı ancak onun da gönlü bu işe dur demekten yanaydı.


Evde tartışmalarla geçen uzun ve üzüntülü günlerin ardından Neriman kararını verdi. Madem rıza gösterilmeyecekti hiçbir zaman o halde yapacak tek bir şey vardı...

İlk böyle kafa tutmaya başladılar dünyaya…İkisi de gençliğin verdiği enerji ve arzu ile dağları delecek gibi hissediyordu kendini. Mayıs ayının ortalarında Neriman evden ayrıldı. “ Artık evladım değilsin” babasından duyacağı son cümlenin bu olacağını hiçbir zaman düşünmemişti.

Sonrasında ise düşünmediği, düşünemediği pek çok şey geldi başına…
Aşkla üstesinden geldikleri ilk yılların ardından bir de bebek, ismi “Devrim” olan bir bebek girdi düşlerine. Geceler boyu “Devrim” için ter döktüler aşkla ama Devrim ölü doğdu…

Fuat mezun olmuş, bir işe girmişti. Neriman ise hiç gerçekleşemeyen Devrim’ in adını silmeye çalışıyordu hala zihninden. Okulu boşlamış, isteksizleşmişti. Bir gün birdenbire “boş geldi bütün o öğrettikleri, babam da artık büyük adam gibi gelmiyor bana, hayata atılacağım” deyip noktayı koyuverdi, hem cümlesine hem de fakültedeki eğitimine. Fuat günlerce iknaya çalışsa da Neriman gibi kararlı bir kızı caydırmak kolay iş değildi. Dediğini yaptı ve bir işe girdi.

Devrim’ in izlerinin yavaş yavaş silinmeye başladığı ve aralarındaki nadir sessizliklerin yeniden sadece “aşk” la dolduğu o günlerde tutuklandı Fuat. Suçu “düşünmek” idi, tutuklanan pek çoğu gibi…
Ağlamadı Neriman, sadece uzun, derin bir sessizliğe gömüldü. Akşamları boş eve her dönüşünde kafasında Fuat ile sohbetler ediyor, hala onunla yaşıyordu neredeyse.

Neriman’ ın babası haklı çıkmaktan mesut söyleniyordu hanımına “ gelir özür dilerse kapımız açık”. Annesi çıkageldiğinde “bir özür yoktur ortada, kocamı bekleyeceğim evimde” demişti Neriman hep o aynı kararlılığıyla. Ağlayarak çıktığında annesi uzun uzun bakmıştı pencereden, ardından, içinde bir şeyler üşümüştü kış akşamının hüzünlü yalnızlığında.

Fuat’ tan uzun süre haber alamadı, nereye başvursa kapılar kapanıyordu yüzüne. “İşkence” kelimesi yalnız gecelerinden daha karanlıktı ama güçlü olmalı elinden geleni yapmalıydı Neriman. Dayandı. Aşkı ilk günkü gibi, belki daha çok yakarken içini, hasretlerle boğuşup ateşine ateş katarak çıktı yola. Gerekirse Ankara’ ya çıkacak, gerekirse o da tutuklanacaktı.

Babası nüfus sahibiydi, istese o dakika öğrenebilirdi Fuat’ ın akıbetini ama…Aması falan yoktu, yapmıyordu işte. Neriman bu oyunda da yalnız olduğunu anlamıştı.

Yıllar arayış ve bekleyişle doldu “devrim” yerine…
Artık beklememesi gerektiğini söylüyordu herkes, kızıyordu Neriman, susturuyordu onları, “sakın” diyordu, “sakın diliniz varmasın”.

Böyle geçen seneler…
Yıkılmadan, yılmadan, umutla. Fırtına dinmiş, sular durulmuştu artık, fakülteler dinginleşmiş, sokaklar sakinlemişti.


Ve o hep hayal ettiği gibi kapı çaldı bir gün, bir bahar sabahı yine; kaldıkları yerden…
Fuat; O delifişek Fuat’ tan geriye kalanlar kapıda dikiliyordu sessizce. Neriman yere çöktü, ağladı bu kez, uzun uzun, hıçkırarak. Biriktirdiği her şeyi döküverdi orta yere. Üstüne kapandı adam, kapı açık öylece kaldılar uzun süre…

Yaşlı gözlerini silip gözlerinin ta içine baktığında Fuat “ ilk kez o gün, sen aşk şiirini okurken, birleştik biz” dedi Neriman. Sarılıp, birbirlerinin ruhuna deyip hasretle, öylece kalakaldılar;
zamansız, mekansız, aşkla…

Devrim sonunda gerçekleşmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder